Zerzevan kalesi

Zerzevan Kalesi

Roma’nın Sınır Garnizonu

Diyarbakır ili, Çınar ilçesine 13 km mesafede bulunan Zerzevan Kalesi, yüzeyde geniş bir alana yayılmış, yaklaşık 57 bin metrekare yerleşime ait kalıntılar, surların dışındaki yapılar ve nekropol alanı ile birlikte 480 bin metrekare alan Roma İmparatorluğu’nun askeri yerleşimi olarak faaliyet göstermiştir. Roma döneminde doğudaki en uç sınırı oluşturan Anadolu’nun güneydoğusu ekonomik, siyasi ve stratejik olarak önemini koruduğundan önemli bir sınır garnizonu görevini üstlenen Zerzevan Kalesi arkeolojik kalıntıları ile göz kamaştırmaktadır. Zerzevan Kalesi’nin bulunduğu alanda Asur Dönemi’nde (M.Ö. 882-611) Kinabu olarak adlandırılan bir kalenin varlığı bilinmektedir. Pers Dönemi’nde de (M.Ö. 550-331) Kral Yolu üzerinde bulunan askeri yerleşim yol güvenliğinin sağlanması amacıyla kullanılmıştır. Antik ticaret yolu üzerinde bulunan askeri yerleşim MS 3. yüzyıldan 639 yılında İslam orduları tarafından fethine kadar kesintisiz kullanılmıştır ve asıl yerleşim Roma Dönemi’ne aittir. Yerleşimin surları ve yapıları Anastasios I (M.S. 491-518) ve Justinianos I (M.S. 527-565) dönemlerinde onarılarak, bazı yapılar ise yeniden inşa edilerek mevcut son haline getirilmiştir.

Roma ve Parth/Sasaniler arasında büyük mücadelelere sahne olan ve antik ismi Samachi olan yerleşim, 21 metre yüksekliğinde gözetleme ve savunma kulesi, 15 metre yüksekliğinde surları ve kazılarda yeni ortaya çıkarılan Mithras Tapınağı ile bölgemiz ve ülkemiz adına çok önemli bir turizm lokasyonudur.Misafirperverliği, hoşgörüsü, toleransı, toplumsal kucaklaşması, sürdürülebilir turizme katkıları, tarihi ve kültürel değerleriyle de Diyarbakır’a layık görülen Dünya Seyahat Gazetecileri ve Yazarları Federasyonunun (FIJET) “Turizmin Oscarı” olarak adlandırılan “Altın Elma” ödülü bu yıl oybirliği ile 2018 için Diyarbakır’a verilmesinde Zerzevan Kalesi’nin etkisi büyük olmuştur.

Bunun yanında, Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’nce (ICOMOS) hazırlanan “ICORP On The Road Projesi” kapsamında kültür miras alanları, yapılar ve somut olmayan değerlerin bulundukları çevrenin sürdürülebilir kalkınmasına sağladıkları katkının geniş çevrelere ulaştırılması amacıyla hazırlanacak belgesel serisi için seçilen tarihi mekânlardan biri de Zerzevan Kalesi olmuştur. 12 ülkede yapılan çekimler arasından Türkiye’de rota olarak Zerzevan Kalesi belirlenmiştir.

Mor Yakup Kilisesi Nusaybin

Mor Yakup KilisesiMardin‘in Nusaybin ilçesinde bulunan bir Ortodoks kilisesidir. Nusaybin piskoposu olarak görev yapan Mor Yakup tarafından yaptırılmıştır. İçinde Mor Yakup’un türbesi de bulunmaktadır. Yukarı Mezopotamya’nın en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilir.[1]

Vaftizhane olarak inşa edilen güney kilisesinde, Mor Yakup’un tabutunun saklandığı yere girip çıkanlar için düşünülmüş çift merdivenli bir bölüm yer alır.

Mor Yakup Kilisesi, 2014 yılında, hemen yanında bulunan Zeynel Abidin Camii ile birlikte Dünya Mirası Geçici Listesine dahil edilmiştir.[2]

Metropolit Mor Yakup, Episkoposluk mertebesine yükselince içinde dua ettiği kilisenin küçük olduğunu düşünür ve yeni bir kilise inşa etmek ister. Böylece 313–320 yılları arasında yedi yılda inşa edilmiştir. İnanışa göre inşaatına bir melek yardım etmiştir.

Episkopos Mor Yakup ile öğrencisi Efraim Hristiyanlığın konsil toplantılarına katıldıktan sonra Nusaybin’e döndüklerinde burada Nusaybin Okulunun yapımına başlamışlardır. Zerdüştlerden kalan bir tapınağın temelleri üzerine kurdukları okulu 326’da açmışlar ve Efraim 38 yıl boyunca bu okulu yönetmiştir. Bu okulda felsefe, mantık, edebiyat, geometri, astronomi, tıp, hukuk eğitimleri verilmiştir. Aynı zamanda bu okulda Grekçeden birçok yazma eser Süryaniceye çevrilmiştir.

Bu okulun özelliği o dönemde Nusaybin’in ileri düzeyde bir eğitim merkezi oluşunu göstermesidir. Nusaybin Okulu Sasanilerin MS 363’de Nusaybin’i almasına kadar önemini korumuştur. Bundan sonra okulun öğretim kadroları dağılmış ve Suriye’de öğretime devam edilmiştir. Sonraki yıllarda Bizanslılar Nasturilere karşı baskı kurunca Urfa’da bulunan Edessa Okulu Nusaybin’e nakledilmiş ve burası Nasturilerin dini merkezi olmuştur.

Manastır 19. Yüzyıl’a kadar işlevini sürdürmüştür

Öğündük Köyü Mor Yakup Kilisesi

İdil Öğündük Mor Yakup Kilisesi 

İdil- Midyat karayolundan ayrılan bir km’lik asfalt yol ile ulaşılan Öğündük eski adı Midin olan günümüzdeki Süryani köylerinden birisidir. Kilise köyün içerisinde bir manastır kompleksi olarak yapılmıştır. Kilise faal ve bakımlıdır. Kilise tescilli olup, ibadet ve ziyarete açıktır.

Meryem ana kilisesi idil

Tarihi M.S. 57. Seneye dayanan idil Meryem Ana Kilisesinin ilk isimi Mor Yuhan olarak geçmektedir. Bölgeye ilk gelen havarilerden Mor Yuhan ve Maria Magdalena gibi havarilerin bölgeye gelip Hristyanlığı müjdelemeleri ile Halk Hristyanlığı kabule geçtikten sonra bugünkü Meryem Ana Kilisesi Mor Yuhan ismi ile kuruluyor. Meryem Ana Kilisesi M.S. 57, yılda Antakya da bulunan ve Hıristiyanlığı kabul eden ilk kilise olarak bilinen Mor Petrus Kilisesinden sonra, Hıristiyanlığı kabul eden ikinci en eski kilise olarak bilinmektedir. Meryem Ana Kilisesi ismini ise 1710 da almıştır. 3 bölüm olarak yapılmasına karşın bugün 2 bölümü mevcut olup 1 bölümü gerek yıkımlar gerek tarihte yapılan savaşlardan veya doğa olaylarından dolayı yıkılmıştır.
 

Hasankeyf Kalesi

Hasankeyf’in ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte tarihi antik döneme kadar dayanmaktadır.[6] Hasankeyf höyüğünde yapılan çalışmalarda 3.500 yıldan 12.000 yıl öncesine kadar arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır. Yerleşim, Yukarı Mezopotamya’dan Anadolu’ya geçiş yolu üzerinde ve Dicle nehrinin kenarında kurulmuş olması nedeniyle stratejik bir öneme sahipti.[4] MS 2. ve 3. yüzyıllarda sınır yerleşimi olarak Bizanslılarla Sasaniler arasında el değiştirmiştir. Diyarbakır ve çevresini ele geçiren Roma İmparatoru II. Constantius, bölgeyi Sasanilerden korumak amacıyla iki sınır kalesi inşa ettirmiştir. MS 363 yılında inşa edilen kale uzun süre Roma ve Bizans egemenliğinde kaldı. Hıristiyanlığın bölgede 4. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlamasından sonra yerleşim Süryani piskoposluğunun merkezi durumuna geldi. Kadıköy Konsili tarafından MS 451 yılında Hasankeyf’teki piskoposluğa Kardinal unvanı verilmiştir.[7] Hasankeyf 640 yılında, Halife Ömer döneminde İslâm ordusu tarafından ele geçirildi. EmevilerAbbasilerHamdaniler ve Mervaniler egemenliğinde kalan yerleşim 1102 yılında Artuklular tarafından ele geçirilmiştir.[4] Artuklu beyliği’ nin 1102-1232 yılları arasında başkentliğini yapan Hasankeyf, en parlak dönemini bu tarihlerde yaşamıştır.[6] Artuklular döneminde imar edilerek kale kasabası özelliğinden kurtulup şehir haline geldi. 1232 yılında Eyyubiler tarafından ele geçirilen yerleşim, 1260 Moğollarca ele geçirildi ve tahrip edildi.[7] Hasankeyf’ in Eyyubi hakimi Hülagü‘ ye bağlılığını bildirerek şehirdeki egemenliğini devam ettirebildi. Hasankeyf, 14. yüzyılda önemli bir şehir olma özelliğini korumakla birlikte eski parlak günlerine kavuşamadı. 1462 yılında Uzun Hasan tarafından ele geçirilen şehir Akkoyunlu topraklarına katıldı. Akkoyunlular’ ın zayıflamasıyla 1482 yılında Hasankeyf’ te Eyyubi emirlerinin yönetimi yeniden başlamıştır. Bir süre sonra Safeviler‘ in denetimine geçen yerleşim, 1515 tarihinde Osmanlı topraklarına katılmıştır.[6] 1524 yılına kadar Osmanlı yönetimine bağlı Eyyubi yöneticiler tarafından idare edilen Hasankeyf, bu tarihten itibaren Osmanlı idarecileri tarafından yönetilmeye başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren ana ticaret yollarının değişmesi ve Osmanlı-İran savaşları sonucunda ticarette görülen duraklama neticesinde şehir önemini yitirdi. 1867 yılından sonra Mardin Midyat’a bağlı olan yerleşim, 1926 yılında Gerçüş ilçesine bağlanmıştır. 1990 yılında Batman‘ın il olmasıyla ilçe bu şehre bağlanmıştır.[5] Ilısu Barajının yapılması kararlaştırılınca tarihi yerleşimin sular altında olacak olması nedeniyle 3 km uzaklıkta yeni yerleşim kuruldu. Bu esnada tarihi yerleşimdeki Artuklu Hamamı, Sultan Süleyman Koç Camisi, İmam Abdullah Zaviyesi, Er-Rızık Camisi ve minaresi, Zeynel Abidin Türbesi, Eyyubi (Kızlar) Camisi ve kale giriş orta kapısı gibi büyük ölçekli yapılar ile türbe ve zaviye gibi tarihi yapılarda Dicle Nehri kıyısında kurulan Kültürel Park’a taşındı.[8] 2019 yılı Kasım ayında Ilısu Barajı’nın su tutmasıyla 2020 yılı Şubat ayından itibaren su altında kalmaya başlamıştı

Elo Dino Kalesi

Elo Dîno, Botan bölgesinde 16. yüzyılda yaşadığı bilinen ve öldüğünden beri anlatılagelen bir halk kahramanıdır. Yaşadığı dönemde o bölgenin bir nevi “Robin Hood”u olmuştur. Yönetim tarafından yapılan adaletsizliklere başkaldırmış ve hikayesi dengbêjler tarafından kendi melodik tarzlarıyla anlatılırken bu melodik yapıyla bağlantılı olarak zamanla danslaşmıştır ve dans icrasıyla müzikal icra aynı anda yapılagelmiştir. Bugün aynı bölgede ve güneyde kalan yakın bölgelerde de icra edilmeye devam edilmekte…

Hikayesine gelince; birçok farklı varyasyonlarıyla da karşılaşabildiğimiz hikayenin farklı anlatımlarını biraraya getirip tek akış halinde anlatayım dedim. Dengbêjlerimize minnettarız… Onlar resmen canlı tarih kaynaklarımız, hafızalarımız…
Elo, Bafê’de (Şırnak/İdil/Bafê), Omer Beg’in kerpiçhanesinde açtı gözlerini. O doğduğunda ne yiyecek bir parça ekmek ne de bir kâse yoğurt vardı bu topraklarda.“Yiğit Elo, seni emzirecek olan memelerde süt yokken; zalimler kasırlarında, karın tokluğunda, değişik memleketlerden ‘satın aldıkları’ ve “cariye” diye adlandırdıkları köle kadınların gerdanlarını açıp memeleriyle hayat oyunu oynuyorlardı.”
Dicle Nehri bu kez ihanet etmişti; zenginler, zalimler için akıyordu. Evet, Elocan delikanlılık çağını geçmiş olmasına rağmen yiğitliğinden ödün vermemişti, söz sahibi bir Botî olmuştu. Bafê’de onun zekâsının üstüne yoktu. Dicle’ye bakıp bakıp ağlıyordu. Sultanların, mirlerin, beylerin, paşaların neden olduğu bu açlık coğrafyasında bir şeyler yapması gerekirdi. Kara-kaytan bıyıkları, sıcakkanlılığı ve cesaretiyle zalimin üstesinden gelmesi gerektiğini biliyordu. Aslan olup(!) ekmeği ağzına alan bezirgânlar, Dicle Nehri üzerinde, Diyarbakır’dan Musul’a oradan da Bağdat’a sallarla ticaret yapıyorlardı. Ticaret böyle sağlanıyordu, zenginlik böyle sağlanıyordu. “Şu Dicle’ye baksana Elo! Senden yemen için bir balığını bile esirgerken bindiği salın üzerinde yüzyıllık şarapla keyif çatan bezirgânlara kucak açmış.” Elo Dîno, adaletsizliğe öfke duyuyor; elin ve kolun bağlılığına da sitem kusuyordu. Onun Bafê’de sözünü dinlemeyecek herhangi bir yiğit yoktu. Toplamıştı arkadaşlarını Dicle’nin kıyısında. Ve şöyle seslendi Elo: “Sevgili dostlarım, yiyecek bir ekmeğimiz yok. Botan halkı aç; paşalar, mirler ve onların yakınları karın tokluğunda. Buna biz sebep olmadık. Osmanlı Sultanına vergi vermek için yaşamıyoruz! Zaten Botanımız’ın miri Mihemed Beg hepsinden daha zalim.” Dicle’ye gözlerini kenetleyen Elo Dîno, konuşmasını sürdürür: “Şu salın üstünde şarabıyla nehirden geçen bezirgân bize küfür etmiyor mu sizce? Aklıma bir fikir gelmişti;  günlerdir ona kafa yoruyorum. Şimdi size açıklayacağım.” Elo’nun fikrini, arkadaşları da uygun bulmuştu. Dicle’ye kocaman zincirler vuracaklardı. Ticareti, zenginliği sağlayan sallar Bafê’den geçemeyecekti. Sallarla ticaret yapan, her zaman ağızlarından yüz yıllık şarabı ve eğlenmek, oynaşmak için yanında bir “cariyeyi” eksik etmeyen bezirgânlardan haraç alınacak; fakir Botan halkının karnı doyurulmaya çalışılacaktı. Buna yanaşmayan delikanlılar da vardı elbette. Zira bu Musul Beyi’ne, Mîr Mihemed’e, Diyarbakır Valisi’ne başkaldırıydı. Ama yapılacak başka bir şey yoktu. Mîr Mihemed, Botan’ın açlığını görmezden geliyor; Osmanlı sultanı da ağır vergilerle bütün Osmanlı halkını açlığa sürüklüyordu. Bu yüzden bu devirde haraçkesenlerin, eşkıyaların(!) sayısı oldukça fazla. Elo ve arkadaşları keskin kılıçlarını kuşandılar. Dicle’ye zincir vurup salların ticaret yapmasını engellemeye çalıştılar. Gelen her bezirgândan haraç alarak hem kendi karınlarını hem de fakir Botan halkının karnını doyurmaya başladılar. Bezirgânları ve tüccarları da sallarıyla boş bir şekilde geldikleri yere gönderiyorlardı. Elo ve arkadaşları gitgide Botan halkının gözünde kahramanlaşıyordu. Bafê Kalesi’ne yerleşen Elo zaten öteden beri, başlarına zalim kesilen Mîr Mihemed Beg’in hükmünü hiçbir şekilde kabul etmiyordu. Büyük bezirgânlar bir araya gelerek buna bir çözüm bulmak istediler ve doğrudan Cizre’de Dicle Nehri’nin hemen kıyısında bulunan Birca Belek’te Mîr Mihemed’in divanına konuk oldular. Mîr Mihemed bezirganlara: “Biliniz ki Elo Dîno, bizim hükümdarlığımızı tanımamış, tanımayacak da..Ne türlü olursa olsun, onu esir alıp Birca Belek’e getirin. Sizlere bu izni veriyorum. Ondan öcünüzü alacağız!” dedi. Salcılar, bezirgânlar Elo’yu esir almak için hazırlıklara başladılar. Diyarbakır’a gidip orada hazırladıkları bir salın üzerine çadır kurarlar. Çadırın içine gerdanı beyaz, gözleri iri ve keskin, saçları bukleler halinde olan ve çok alımlı bir genç kızı ve davulcuları, zurnacıları yerleştirip “dîlan(düğün)” havası oluşturarak Bafê Kalesi’ne doğru yol alırlar. Diyarbakır’dan Bafê Kalesi yakınlarına vardıklarında davul ve zurnanın sesi dağlarda yankılanır.
Bafê halkı, birbirlerine “kimin düğünüdür?” diye soruyor ve hiç kimseden herhangi bir cevap gelmiyordu. Birbirlerine şaşkın şaşkın bakmakla yetiniyorlardı. Kasrından çıkan Elo, kasrına yakın duran konvoy ekipleri üzerindeki bezirgânları görür. Bezirgânlara “Bu kimin düğünüdür?” diye sorduğunda aralarından biri: “Bu sizin düğününüzdür beyim. Birca Belek’te, Botan Beyi Mîr Mihemed sizin halinizi ve ahvalinizi sordu. Bizler de Mîr’in huzurunda sizinle alakalı iyi muhabbetler ettik. Mîr buna çok sevindi. Bunun için de size Diyarbakırlı bir cariyesini hediye mahiyetinde gönderdi. Mîrlerin hediyesini geri çevirmek adetten değildir, bilirsiniz!”
Elo hediyeleri geri çevirmenin Botan geleneklerine aykırı olduğunu biliyordu. Elo, o gece bezirgânlarla yiyip içmiş, geceleyin gerdanı beyaz, gözleri iri ve keskin, saçları bukleler halinde olan gelini helali olarak kabul etmiş, onunla bindiği salda birlikte olmuştu. Gecenin koyuluğu, gelinin beyaz teni ve göğüslerinin kokusu Elo’nun başını döndürmüş, onu sarhoş etmişti. Sabah olur, Elo, gelinle beraber salın üzerinde uyur haldedir hâlâ.

Birden uyanan Elo, Birca Belek rıhtımında Mir Mihemed’in korkunç kahkahalarıyla karşılaşır. Evet, Bafê’deki kalesinde gelinin alımlılığından sarhoş olmuştu. Bezirgânlar, Elo’nun arkadaşlarına yeteri kadar para vermiş, Elo’yu da uyur halde sala bindirmişlerdi. Elo Dîno, Birca Belek’teki Mem Zindanı’na götürülür. Zînê’nin sevdalısı olan Mem, bu zindana atıldığı için buraya “Mem Zindanı” adı verilmişti. Omuzları işkenceci tarafından deldirilir. Delinen omuzlarının üzerine yanan bir mum bırakılır. Elo’nun gözleri kızıllaşır, ama ağlamaz. Sanki bu acı ona bilindik geliyordu. İşkence esnasında Mîr Mihemed, Mem Zindanı’a gelir. Elo’ya biraz acır halde bakar. Ve Elo’ya sorar: “Senin düştüğün bu halden daha kötü bir hal var mıdır?” “Evet, var” der Elo. Mîr meraklanır: “Nedir?” Elo işkencenin acısıyla cevap verir: “Bir gün evine çok uzaklardan bir tanrı misafiri gelir. Çok açtır ve senden sadece bir tas süt ister. Evde süt olmadığından sen ve eşin birbirinize biçare biçare bakarsız. Ve tanrı misafiri aç halde yoluna, yani ölüme devam eder. Bu hal her halden daha kötüdür” der. Mîr Elo’nun bu cevabıyla donar. Gözleri yaşaran Mîr işkencecilere “İşkenceyi durdurun ve Elo’yu salıverin” der. Ama artık çok geç olmuştur. İşkence’nin tesirinden kurtulmaz Elo ve orada canını verir…

Finik Kalesi

FİNİK ÖREN YERİ VE KALESİ

Milattan önce 4000 yılından kalma olan ören yeri Cizre’dedir. Güçlükonak ilçesine bağlı Dicle Nehri kenarında Düzova ve İdil Hendek köyleri karşısında bulunur. Burada Asur ve Gutilere ait kabartma heykeller bulunur. Su sarnıçları, kayadan oyulmuş evler ve gizli su merdivenleri en önemli eserlerdendir..Sarnıç, Medrese, Zincan, kalker taşlardan yapılmış tarihi evler bulunmaktadır. Kayalara oyulmuş kadın resimleri ise dikkat çekmektedir. Mezopotamya medeniyetinin etkisi ve izleri bulunmaktadır.

Midyat Anıtlı(Hah) Köyü

Midyat’ın eski ismi ”Hah” olan tarihi Anıtlı köyü, ilk kez görenleri adeta büyüleyen eserleriyle turizme kazandırılmayı bekliyor.

Anıtlı köyünde yer alan ve Süryanilerin Mor Gabriel Manastırı’ndan sonra 9 asır boyunca Metropolitlik merkezi olarak kullandığı Mor Sobo Katedrali ile 2 bin yıllık anıtın üzerine kurulan Meryem Ana Kilisesi görenleri adeta

büyülüyor.

Mor gabriel

Mor Gabriel Manastırı – Mardin

Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur Manastırı) Midyat ilçesinin 23 km güneydoğusunda bulunmaktadır. Manastır, Süryani Kadim Cemaatinin ünlü ve büyük yapıtlarından biridir. Meşe ağaçları ile kaplı yüksekçe bir tepede yapılmıştır. Manastırın temelleri Mor Şmuel ile Mor Şemun tarafından 397 yılında atılmış ve yapı kısa sürede tamamlanmıştır. Değişik tarihlerde içine ve dışına ekler yapılmıştır.

 

615 ve 1049’da Metropolitlik Merkezi olan manastırda, Kral Arcadius (395-408) zamanında Mor Şemun tarafından barınma ve dua yerleri yapılmıştır. Kral Theodosius (408-450) çağında lahitlerin konacağı abide evi, Meryem Ana Kilisesi, Resuller Kilisesi, Kırkşehit Kilisesi, Mor Şmuel Mabedi, kral kızı Theodora’nın Mor Şmuel tarafından iyileştirilmesi nedeniyle Theodora Kubbesi, Mor Şlemun Mabedi yapılmıştır.

 

Mor Gabriel Manastırı, Yunanistan Athos Dağı’nda kurulu herhangi bir manastırdan en az 400 yıl daha eskidir. Filistindeki Mor Saba Manastırından yaklaşık 80 yıl, Mısır Sinai bölgesindeki Mort Katherina Manastırından da bir buçuk asır öncedir.

 

Manastır, tarihsel süreçte dönem dönem farklı isimlerle anılmıştır. İlk dönemlerinde, kurucuların isimlerine izafeten Mor Şmuel ve Mor Şemun Manastırı olarak tanınmıştır. “Rahiplerin Meskeni” anlamına gelen ve Süryanice’de “Dayro d’Umro” isminden türetilen Deyr-el Umur ve bu ifadenin Türkçe uyarlamasıyla “Deyrulumur” ismiyle de bilinmektedir. Aynı zamanda Kartmin (bugünkü Yayvantepe) Köyü’ne yakınlığı nedeniyle “Kartmin Manastırı” ismiyle de karşımıza çıkmaktadır. Bugün de kullanılan “Mor Gabriel Manastırı” adlandırması, Turabdin Metropoliti Mor Gabriel’in (634-668) adından gelmektedir.

 

Mor Gabriel Manastırı ziyaret saatleri

 

Manastır sabah 09.00-11.30 saatleri arasında, öğleden sonra 13.00-16.30 saatleri arasında ziyarete açıktır. Kışın ise öğleden sonra 16.00’ya kadar ziyarete açıktır.

Barıştepe Köyü Midyat

Barıştepe, Mardin ilinin Midyat ilçesine bağlı bir mahalledir.Mahallenin Süryanice adı ise Shiluh veya Salih’dur ve Kürtçe adı Selhê. Barıştepe adı da Sulh’un Türkçe karşılığı olan Barış’tan gelir.Bu ismin nereden geldiği ise eski zamanlarda güneydoğu topraklarında olan köylerin savaşlarının bu mahallede (Selhê) son bulması ve barışın bu mahallede yapılmış olmasından gelmektedir.Mahallenin çoğunluk kısmı Müslüman, bir kısmı da Süryani Hristiyandır. Hristiyanların Avrupaya göç etmesinden sonra mahallede bir manastır ile bir ev kalmıştır.Mardin il merkezine 78 km, Midyat ilçesine 7 km uzaklıktadır.Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir